Birkaç hafta önce eşime küçük bir doğum günü hediyesi olarak planladığım Seferihisar-Urla gezisini yapmak üzere İzmir'e gitmiştik. Hem de hasta hasta!.. Tam gezimizden önce Bora hastalandı; öksürük, hırıltı, burun akıntısı... Nebulizatörle 4-5 saatte bir ilaçlarını vermeye başladık. Gitsek mi gitmesek mi derken, cihazı yanımıza almak kaydıyla doktorumuzdan da gezi için izin aldık :) Derken hafiften hasta olan sevgili eşim giderayak iyice hastalandı. Hastalık bizi korkutur mu, tabi ki gitmekten vazgeçmedik :) Benim de işlerim yoğunlaşınca bir baktık valiz, çanta bile hazırlamadan uçak saati gelmiş bile! Apar topar, nefes nefese hazırlanan valiz ve acil durum çantası özelliğinde olan, içinde nebulizatörle hazır hale gelen Bora'ya ait sırt çantası ile sabah erkenden havaalanına geçtik. Bu uçuşumuz Bora'nın da ilk uçağa binişi oldu aynı zamanda. Bora ile uçak yolculuğu sandığımdan çok daha rahat geçti. (Daha önceki postlarımda bahsetmiştim.)
İzmir' ulaştığımızda harika bir havanın ve kiralık arabamızın bizi beklediğini görünce hastalıkları unutup keyifleniverdik hemen :) İzmir'de tabelalar o kadar açık ve net ki, pek kimseye sormadan Seferihisar'a ulaşabildik diyebilirim.Tabi yolda eczaneye uğrayıp bir poşet ilaç almamız gerekti...Zira arabada bebek koltuğu olmadığı için beni epey yoran Bora sayesinde tüm eklem yerlerimin sızlamaya başladığını ve beni de eşimden aldığım mikropların gribin eşiğine getirdiğini farkettim!
İçinde bir at çiftliği de bulunan Bademler Köyü'ndeki güzel otelimize varıp odamıza yerleştikten sonra öğle yemeği için Sığacık Liman'a gittik.
Sığacık Liman'a ulaştığımızda hava günlük güneşlikti. Mart ayının ortasında İstanbul'da buz gibi bir hava varken İzmir'de bizi bu kadar güzel bir havanın karşılaması gerçekten harika oldu! Üçümüz de hasta olduğumuz için (en sonunda ben de tamamen hastalığa teslim olmuştum) sıcak bir çorba içip, karnımızı iyice doyuralım diyerek internetten tavsiye edilen mekanlardan biri olduğunu öğrendiğimiz Sığacık Liman Restaurant'a gittik. Hemen marinada bulunan restaurantta hizmet gerçekten iyiydi. Ama doğrusunu söylemek gerekirse ben o gün yediğim eti biraz sert buldum :)

Yemekten sonra Marina'da biraz gezinip meşhur Sığacık Pazarı'nın kurulduğu Seferihisar Kalesi'nin çevresine gittik. Pazar günleri Kale Avlusu'nda kurulan bu pazarda Seferihisar köylülerinin ürettiği organik ürünler satılıyor ve binlerce turist bu pazardan alışveriş yapmak için buraya akın ediyormuş. Ne yazık ki pazarı canlı canlı görme şansı bulamadık ama sokak aralarında yöre halkının minik şirin dükkanlarda sattığı el emeği ürünleri görebildik.
Sığacık iskelesi etrafında bulunan Teos Antik Kenti ilk çağlardan günümüze kadar ulaşmayı başarmış. Her ne kadar biz iyice gezemesek de antik kentte bulunan Dionysos Tapınağı buradaki en önemli yapılardan.
İskele çevresindeki gezimizden sonra otelimize döndüğümüzde saat öğleden sonra 3'tü. Ne yaptık biliyor musunuz? Daha önce otelimizin çevresinde gezmeyi, görmeyi planladığımız yerlerin hepsini bir kenara bırakıp klimanın derecesini yükseltip perdeleri kapattık veee mışıl mışıl uyuduk. Hem de akşam 8'e kadar! Öyle iyi geldi ki iyileştiğimi hissettim. Uyandığında Bora da tam bir lokum kıvamındaydı, hırıltısı da azalmıştı çok şükür.Babacığının öksürükleri devam ediyordu ama balıksever sevgilimin ilacı Marina'da onu bekliyordu :)

İzmir'e giderken Bora'nın arabasını götürmedik. Hem zaten uçak saatine kadar valiz-çanta hazırlamayan "biz"den bebek arabasını organize edip hazırlamak beklenemezdi :) Akşam yemeği için Marina'ya gidip arabayı parkettiğimizde Bora'nın yürümek istememesi, bizim de kollarımızda derman kalmaması sebebiyle tam karşıdaki marketin önünde dizili olan market arabaları gözümüze pek şirin göründü :) Eşim "Yapma, etme, olmaz" dese de ben bir koşu market arabasını alıp Bora'yı içine oturttum. Başladık tıngır mıngır gezinmeye. Paşamızın bir hoşuna gitti, bir hoşuna gitti ki sormayın!
İstikamet "Kayık İçi Balık Pişiricisi" idi.İnsanların özene bezene giyinip akşam yemeğine geldikleri bu şık restaurant'a market arabasıyla hızlı bir giriş yapıp tüm bakışları üzerimize topladık! Hem herhangi bir ortamda bizim dikkat çekmememiz mümkün mü? Tabi ki hayır! Market arabasını restaurantın içine uygun biryere parkedip en güzel masaya yerleştik ve balığımızı seçip iştahli bir bekleyişe geçtik.
Bora'nın son günlerde "çatal" takıntısı olduğu için ve eline bir çatal vermezsek "kakaal, kakaaal" diye bağırıp herkesi rahatsız edeceğinden tüm tehlikesine rağmen ve sürekli yere atmasına rağmen beyefendinin çatallarını yenileyip durduk :) Yemeğin sonunda restaurant'da farklı bir masadaki grupta gitarlar, ziller, tefler ortaya çıktı ve birbirinden güzel şarkılar söylenmeye başlandı! Ee biz durur muyuz? Tabi ki hayır! Biz de şarkılara eşlik edip coştuk. Bora da kendine hakim olamayıp dansetmeye başlayınca babası ile gidip karşı masaya yerleştiler :) Eğlenen, coşan, şaşıran, mutlu olan Bora'cığımız o akşam arabada hemen uyuyup gerçek dünyadan rüyalar alemindeki maceralarına geçiş yaptı.
İzmir'in güzel havası üçümüzü de iyileştirdi, hastalıklarımızı unutuverdik.Bize günden kalan güzel bir yolculuk, harika uzun bir uyku, güzel bir akşam yemeği, hoş müzikler ve Bora uyurken odamızda kitap okuma keyfi oldu...