Sayfalar

29 Ekim 2013 Salı

Bora ile Santorini Adası

En romantik adaya hoşgeldiniz! Romantik ışıklar, romantik gün batımları... Bana uçsuz bucaksız mavisiyle ilk hissettirdiği duygu "özgürlük" oldu! Tabi bunda o yüksek tepesine çıkabilmek için bindiğimiz ve yaklaşık 60 derecelik açıyla yükselen teleferiğin de etkisi büyük olsa gerek ;) Uçuyorum sandım :)

Santorini


Santorini'ye geldiğimizde liman olmadığı için gemimiz açıkta demir attı. Biz de teknelerle kıyıya geçtik. Santorini'nin merkezi olan Fira'ya ulaşmak için iki ulaşım seçeneğimiz olduğu söylendi. Biri teleferik (cable car), diğeri ise "eşek"miş! Evet, yanlış duymadınız eşek :) Biz tabi ki çoğunluğun yaptığı gibi teleferiği seçtik. Aslında Bora ile eşek sırtında bir yolculuk nasıl eğlenceli olurdu kimbilir! :) Düşünmedik değil gerçi ama epey uzun sürdüğünü öğrenince vakit de kaybetmek istemedik. Teleferik için bilet alıp sıraya girdik.

Santorini teleferik


Güzel bir sistem kurmuşlar, nostaljik resimlerle de teleferiğe binilen alanı bile turistler için çekici hale getirmeye çalışmışlar. Bir kabine maksimum 6 kişi binebiliyor. Bizim delikanlı da 7. kişi oldu ve sırt çantamız, bebek arabamız ile teleferik kabinine yerleştik. Binince gördük ki, öyle Taksim'den İTÜ Maçka kampüsüne giden teleferik gibi değil, epey dik ve tehlikeli görünen, sanırım öyle de olan bir teleferikmiş bu! Bizim erkekler ağzı kulaklarında güle oynaya çıktılar tepeye, ben de hafif hafif sallanan ve okyanusun üstündeymişim hissi yaşatan teleferikte  sürekli fotoğraf çektim. Manzara harikaydı! Tek kelimeyle harika! Başka birşey söylemeye gerek yok...

Bora hayatındaki ilk külahta dondurmasını Santorini'de yerken...
Bora hayatında ilk kez teleferiğe binmişken...
(Ağustos 2013)


Teleferikten çektiğim fotoğraflardan biri


Volkanik bir ada olan Santorini'nin bir kısmı söylenene göre bir patlama sonrası kopmuş. Adanın bir bölümü uçurum, bir bölümü ise deniz seviyesinde ve çok güzel plajlara sahip... Teleferikle ulaşılan  Fira köyü 260 metre yükseklikte, dik bir uçurumun kenarına kurulmuş. Fira'da bir Ege klasiği olan mavi boyalı kapı ve pencereleriyle, bembeyaz badanalı çatısız evler sizi karşılıyor. 
Bu gizemli volkanik adaya tüm manzaraya hakim olabileceğiniz bir noktadan, teleferikten veya gemiden bakarken adanın  yamaçlarına kar yağmış gibi görüyorsunuz. Temizlik, yalınlık ve düzen hissi veriyor. Evlerası varmış inşa edilirken genelde birbirlerinin güneşini ve manzarasını engellemeyecek şekilde inşa edilmişler. Hemen hepsinin deniz manzarası varmış.



Fira'nın dar ara sokaklarında, çarşısında gezerken birbirinden renkli ve şirin dükkanlar gördük yine. Caldera manzaralı cafe ve restaurantlarda insanlar gün batımını izleyerek keyif yapıyorlardı. Santorini dünyada romantizmi simgeleyen yerlerden biriymiş ki bence kesinlikle hakediyor! Bu nedenle evlilik ve balayı için en çok tercih edilen yerlerden biri haline gelmiş.Oia Köyü evlenmek için en çok tercih edilen yermiş ve rezervasyonlar 5-6 ay öncesinden yapılıyormuş. Brad Pitt ve Angeline Jolie'nin de Oia Köyü'nde bir evleri varmış. Oia Köyü'nün populerliği 16. yüzyıldan beri artarak devam etmiş. O zamanlarda gemi kaptanları buradaki Cave House'lara (Mağara Evler) yerleşmeye başlamışlar.


Adaya bebekle veya çocukla gitmeyi düşünecekler olursa buranın yürümek ve gezmek için çok zor bir ada olduğunu söylemem gerekir. Adanın yerleşim yerlerinde yollar düz değil, basamak basamak...Dolayısıyla bebek arabasıyla gezmek çok kolay olmuyor. Biz Mehmet'in sabrı ve üstün gayretleriyle bu zorluğu hiç hissetmeden adanın büyük bölümünü gezdik :)


Adanın heryerinde rastlayabileceğiniz eşek sembollerinden :)


Biz Santorini'de denize girmek istemedik. Sebebi sadece adanın ve manzaranın tadını doya doya çıkarmak... Ama tekrar gidersek Santorini'nin siyah taşlı plajlarında denize girmeyi isteriz! En populer plajları Kamari ve Perissa, denize girmek için önerilen yerler...

Buraya tekrar gelirsek mutlaka adada bu muhteşem manzaraya hakim şirin butik otellerde konaklamayı istiyorum. Ada bir günde gezilebilecek biryer değil, gezmek için en az iki güne ihtiyaç olur, doya doya yaşamak içinse bence en az bir haftaya...


Herkese sevgiler,

Derya

25 Ekim 2013 Cuma

Bora ile Mykonos Adası

İşte Yunan Adaları hayalimi başlatan o muhteşem ada!
Beni kendine çeken, çağıran, gittiğimde oraya aitmişim hissini yaşatan harika yer! Dünyanın en ünlü gezi dergilerinden biri olan "Conde Nast Traveller" tarafından dünyanın en güzel adası seçilmiş. Çok fazla yer görmedim ama buranın, bir insanı büyülemeye yetecek kadar güzel olduğunu söyleyebilirim. Denizin rengi, berraklığı, bembeyaz evleri, balkonlarından sarkan begonviller, sardunyaları ile Yunan Adaları'nın en gözdesi Mykonos.


Gemimiz Mykonos'un Tourlos Limanı'na demirledikten sonra şehir merkezine gidiş dönüş için transfer yapacak olan otobüslere geçtik. Hava çok güzel ama rüzgarlıydı, otobüsten indikten sonra Bora'yı rüzgardan nasıl koruyacağımızı şaşırdık! Kıyıdan birkaç fotoğraf çekip resimlerden gördüğümüz o şirin, beyaz, dar sokakların içinde kaybolmaya gittik! :)


Huzurlu, renkli sokaklarda gezinip küçük, eski dükkanlara göz attık. Arnavut kaldırımlı bazı sokaklarda Bora'nın hem arabasını sürmek, hem sırt çantasını ve plaj çantasını taşımak pek kolay olmadı (sanırım) :) Fotoğraflarda hep gördüğümüz rıhtımda yan yana sıralanmış o yel değirmenlerini görmeden olmazdı. Deniz kıyısına, çakıl taşlı plajın hemen yanına sıralanmış yemek masalarının aralarından geçerek tepeye, değirmenlerin yanına kadar çıktık.



Mykonos sabahın ilk ışıklarına kadar süren gece hayatı, birbirinden güzel plajları ve plaj eğlenceleri ile de ünlü olmuş bir ada. Super Paradise Plajı adanın en haraketli ve turist çeken plajı, burada akşamüstü düzenlenen plaj partilerine katılmak mümkün. Plajlara ulaşımı sağlayan, bizdeki İETT otobüslerine benzeyen ve bizdeki gibi ayakta, tıklım tıklım yolcu alan otobüsleri var :) Biz bir türlü karar veremedik hangi plaja gideceğimizi! Seçkin ve rağbet gören plajlarından biri de Elia Plajı imiş. Geziye hazırlanırken okuduğumuz sitelerde adı geçiyordu. Her türlü su sporunun yapıldığı, çeşit çeşit şezlong ve dinlenme alanlarını içeren, içinde bir restaurant ve cafelerinde bulunduğu bu plaj için otobüs durağında bilet satan abla "Bebekli çiftler için daha uygun!" dediği için Elia'ya gitmek istedik.



Otobüsün arkalarında bir koltuğa bebek arabamız, koca bebeğimiz, sırt çantamız, plaj çantamız ve fotoğraf makinemiz ile yerleştik. Yarım saatlik bir otobüs yolculuğu sonrası plaja ulaştık, hem de tepeden ve kuşbakışı görebileceğimiz bir noktadan! Fotoğraf çekmek için harika biryerdi, ancak eşyalar ve Boracan'la aşağı inmek çok kolay olmadı. Neyse ki Lübnan'lı birçift Hızır gibi yetişti :) Erkek olan paşalar gibi arabasında yatan Bora'yı taşıma konusunda Mehmet'e yardım etti :) Diğer tüm çantalar da Mehmet'in sırtında olmak kaydıyla biz Lübnan'lı kızla sohbet ede ede ve güle güle indik o dik ve engebeli yokuştan.

Bora yine denize girmek istemedi. Ama turuncu kolluklarını çok sevmiş olacak ki ne olursa olsun çıkarmak istemedi :) Kumlarda ağzında emzikle oyun oynayan ve o günlerde gemide olmanın sevinciyle midir nedir mümkünse hiç yemek yemeden yaşamak isteyen Bora'nın fotoğrafları aşağıdaki gibi :



Bora'cık plajda kumlarla biraz oynadıktan sonra gelip sapsarı havlusunun içine minik bir civciv gibi kıvrıldı. Mışıl mışıl 2 saat uyudu. Biz de doya doya kitap okuduk, sırayla plajda turladık (denize pek giremedik, o kadar soğuk geldik ki!), uyuduk civcivle birlikte :)

Mykonos sokaklarında gezerken Bora'ya ve bize parmaklıklar arasından göz süzen bir şirin!

Mykonos finosu :)


Gezmekten bitap düşmüş erkeklerin fotoğrafları ise aşağıdaki gibi! :)


Ada'ya gelen tursitleri sahilde rengarenk müzik kutusu arabası ile karşılayan amcanın fotoğrafı ise aşağıdaki gibi : 

:)


Dünyanın en eski ve köklü medeniyetlerinin beşiği Yunanistan'ın doğal güzellikleri yansıtan, her köşesi tarih ve ayrı bir kültür kokan sokakları ve eşsiz eğlenceleri ile Yunan Adaları'nın incisi Mykonos'a hala bu kadar güzelken gitmenizi tavsiye ederim.

Herkese sevgiler,

Derya

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bora ile Rodos Adası

İlk limanımız Rodos Adası'ydı. Sabah gemide demir atmaya hazırlanan mürettebatın sesini duyup kamaramızın minik penceresinden dışarı baktığımda gemiyle tarihe yolculuk etmişiz gibi hissettim. Benim en ufak kıpırtımla uyanan Bora çoktan gözlerini açmıştı, onu da alıp hoop camın önüne oturttum. Ne kadarını anladı bilmiyorum ama Rodos'a vardığımızı anlatmaya çalıştım.

Rodos, Ege Denizi'ndeki on iki adanın en büyüğü ve Yunanistan'ın doğusunda yer alıyor. Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen, antik devirde Rodos Limanı'nda bulunan güneş tanrısı Helios'a adanmış Rodos Heykeli zamanında buradaymış. Ancak tunçtan yapılmış bu 32 metre yüksekliğindeki heykel bir deprem sonrasında yıkılmış. Heykel o kadar büyükmüş ki efsaneye göre heykelin her bir ayağı limanın iki yanına konuşlanmış. Deprem sonrası dizlerinden aşağısı kalan heykelin geri kalan kısmı daha sonra adayı işgal eden Araplar tarafından bir Musevi tüccara satılır.O da deve kervanıyla Orta Asya'ya pazarlar.


Osmanlı Rodos'ta 450 yıl hüküm sürmüş. Bu nedenle günümüzde Rodos'ta küçük bir Türk azınlık yaşıyormuş. Adada dolaşırken Türk kültürüne ait birçok şeyle karşılaşabiliyorsunuz. Aynen korunmuş Osmanlı camileri ve türbeler de var. Biz Rodos'a Mandraki Limanı'ndan ayak basar basmaz kıyıdan görkemli kale surlarının yanından yürümeye başladık. Rodos Kalesi Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş ve UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alıyor. (Tapınak Şövalyöleri : - Mabed Şövalyeleri, Tapınak Tarikatı / Süleyman Tapınağı ve İsa'nın fakir askerleri - Hristiyan askeri tarikatlarından biridir. Resmi olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşardır. Kaynak : Wikipedia)


Yıkılan Rodos Heykeli'nden sonra "Elefos" ve "Elefina" adı verilen iki geyik heykeli günümüzde adanın sembollerinden olmuşlar.


İlk olarak Bora denize girsin diye plajı öğrendik. Tarihi yerleri gezmeyi denizden sonraya bırakıp Elli Plajı'na doğru yürüdük.Limandan 10-15 dakikalık bir yürüyüş sonrası plaja ulaştık. Elli Plajı' nda şezlong kiralayıp güzelce yerleştik, Bora'nın Çeşme sahilinden sonra ilk denize gireceği yer burasıydı. Malesef o gün hava çok güzel olmasına rağmen deniz biraz dalgalıydı. Bora dalgalardan korkup deniz girmek istemedi ama kumlarla bol bol oynadı :)


Denizden ve öğle yemeğinden sonra Rodos'un Old Town denilen kısmına gittik. Neresi olursa olsun kadınlar için çarşı-pazar gezmekten daha zevkli birşey yoktur heralde! Ben de burada birer birer tüm dükkanları gezdim nerdeyse :) Burada da Hırvatistan'da olduğu gibi el emeği, nakışlı, dantel örtülerin çokça olduğunu farkettim. Evlerde artık pek kullanılmasa da dantel ve işleme örtüler bir arada çokça sergilendiğinde göze hoş görünüyor.


Sokaklarda yine birçok yerde olduğu gibi ressamlar turistlerin resimlerini yapıyor ve sergiliyor. Resimlere bakmak, seramik ve porselen objelerin, çeşit çeşit şapkaların satıldığı dükkanlarda dolaşmak çok keyifliydi.



Daha sonra Hipokrat Meydanı'na gittik. Hipokrat Meydanı'nda biraz soluklanıp birşeyler içtik. Hipokrat Meydanı hediyelik eşya satan dükkanlar, cafeler ve restaurantlarla çok renkli  ve kalabalık bir meydan. Akşamları tavernalarla daha da şenleniyor ve turistlerin özellikle ilgi odağı oluyor. Meydanın bir köşesinde 1507 yılında inşa edilen şövalyelerin mahkeme binası bulunuyor.

"Culture needs funds, not haircuts!"



Rodos'ta en çok ziyaret edilen yerlerden biri de Şövalyeler Sokağı. Bu sokakta sağlı sollu eski çağlarda şövalyelerin bir araya geldiği ve konakladığı hanlar yer alıyor. Günümüzde müzeye dönüştürülen binaların üzerindeki armalardan hangi binada hangi şövalyenin konakladığı anlaşılıyormuş.

Tarihi yerleri gezdikten sonra Bora'nın "Gemiyee, gemiyee!" nidaları eşliğinde gemiye, havuza koştuk! Çünkü Bora denizi pek sevmedi :( Havuzun yanındaki jakuziden çıkmak bilmeyen Boracık'ın buruş buruş olan ayaklarını görünce bir an hep öyle kalacak sanıp korktum hatta! :)

Boracığı havuz kıyısındaki barmen abisinin verdiği ufak, şirin hediyelerle ikna edip akşam yemeği için jakuziden çıkarabildik ancak.

Babasına güreş kremi süren Bora :)


Akşam yemeğinden sonra güvertede gezinip Rodos'ta günbatımını izlemek bütün günün yorgunluğunu alan en güzel anlardan biri oldu!




Herkese sevgiler...

Derya

13 Ekim 2013 Pazar

Bora ile Cruise - Yunan Adaları Gezimiz

Yine sonbahar, kış geldi ve ben yine yaz gezimizi gecikmeli olarak yazıyorum. Kışa girerken yaz fotoğraflarıyla uğraşmak çok daha keyifli geliyor bana gerçi. Ve fotoğraflara bakarken Bora'nın iki ayda ne kadar da hızlı büyüdüğünü farkediyorum...

Eskiden beri bende bir Mykonos merakı vardı, dilek defteri yapıp Mykonos fotoğrafları bile yapıştırmıştım yılın başında :) Eskiden beri Yunan kültürünü Türk kültürüne benzerliği sebebiyle severim. Yunan adaları ise fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla mavi beyaz boyalı yassı şirin evleri, tertemiz renkli dar sokakları, eğlence anlayışı, meşhur plajları ve muhteşem denizin maviliği ile beni hep kendine çekerdi. Sonra bu aşkı Mehmet'e de bulaştırdım ve bu yıl Ağustos ayında cruise ile beş günlük bir Yunan Adaları gezisi planladık. "Önce bebek ile gemi yolculuğu nasıl olur, zorlanır mıyız?" diye bir süre düşünmüştük ama sonra Bora'nın gezerken ne kadar eğlendiğini ve uyumlu olduğunu bildiğimizden sorun olmaz dedik. İyi ki de gitmişiz...
Hayatımızın en güzel tatillerinden biri oldu.

(Havaalanında valizimizi uçağa vermemek için ağlayan Bora...)


Cruise'a olan talep o kadar fazlaymış ki epey önce almamıza rağmen İstanbul'dan kalkışlı tura yer bulamadık.  Çeşme kalkışlı bir tur daha olduğunu öğrenince hiç düşünmeden aldık. Çeşme'nin bizim için yeri başkadır hep... Yarım gün kadar da Çeşme'de gezecek olmak ekstra mutlu etti hatta :)
Gemi yolculuğu üçümüzü de çok heyecanlandırdı! Günler öncesinden kıpır kıpırdı içimiz... Biz öğretmememize rağmen Bora konuşmalarımızdan duyup "Gemiyee, gemiyeee!" demeyi öğrenmiş. Hiç ummadığımız bir anda söyleyip çok şaşırttı bizi :) 


Çeşme'ye ulaştığımızda limandan valizimizi (evet tek valiz ve iki sırt çantası, compact family ;) ) tur acentası yetkililerine teslim edip hooop Çeşme Marina'ya Kumrucu Şevki'ye kahvaltıya gittik. Ne de özlemişiz, doyamadık kumrularına, temiz havasına, manzarasına...

Ardından kıyıda, çarşıda biraz daha gezinip ve Bora'yı hayatında ilk kez denize sokmak üzere Çeşme plajına gittik. Sırt çantasında olduğunu sandığımız Bora'nın mayolarını bulamayınca önce üzüldük. Ama plajdaki bir teyzenin "Amaan kızım erkek çocuğu nasılsa, çırılçıplak sok denize!" demesiyle cesaretlenip soyduk bizimkini:) Aman ne sevdi, ne sevdi denizi...  

Gemiye biniş saati yaklaştığında uçar gibi gidip pasaport kontrolü için sıraya girdik. Bizimki sevimliliğiyle kuyrukta en arkadan hızla öne doğru ilerlememizi sağladı ve işteee gemiye biniş anı gelmişti! Güzel olacağını tahmin ediyorduk ama turun Türkiye'deki tatil ücretlerinden daha ekonomik olması sebebiyle geminin bu kadar güzel olduğunu ve bu kadar iyi hizmet alabileceğimizi hayal etmemiştik.

Geminin girişinde piyano ile hoş bir müzik eşliğinde servis edilen içecek ikramlarıyla karşıladılar bizi. Gemiye girerken üçümüzün de tek tek fotoğraflarını çektiler. (Limanlarda inip binerken güvenlik kontrolü amacıyla...) Bora'nın bebek arabasında yana kaymış haliyle çekilen fotoğrafı her limanda gemiye inip binerken gülme krizine soktu bizi :)

Ben en çok kamaramızı merak ediyordum. En büyük korkum küçük ve konforsuz olmasıydı. Odaya geldiğimizde nefesimi tuttum. Mehmet kapıyı açıp müjdeyi verdi! Odamız Antalya'daki 5 yıldızlı otel odalarından farksızdı. Bizim önceden söylememiş olmamıza rağmen fazladan Bora için tek kişilik ayrı bir yatak bile hazırlanmıştı. Bora'nın sevimli can yeleği de onun adında dolaba konmuştu :) Kamaranın penceresinden baktığımızda ise bir sürpriz daha; geminin en ucundaki odanın bizim olduğunu gördük! Pencere önündeki çıkıntı Bora için küçük bir yuva, oyun alanı gibi oldu :) Bu arada yolculuk yaparken uçsuz bucaksız denizi, yaklaştığımızda limanları, şehirleri uzaktan göre göre gitmek gibisi yok!


Kamaramıza hızlıca yerleştikten sonra anonsların yönlendirmesiyle can yeleklerimizi giyip acil durum tatbikatı için konferans salonuna gittik. Bizimki turuncu-lacivert şapkası, turuncu emziği ve sarı saçları ile turuncu can yeleğine hemen uyum sağladı :) Tatbikatta gemi kaptanı gelip karizmatik bir şekilde hepimizi selamladı :) Bora için çok farklı bir deneyim oldu bu tatbikat; herkesle birlikte dinledi, şaşırdı, güldü, alkışladı...


Tatbikattan sonra sıra gemiyi keşfetmeye gelmişti. Önce yemek için ana restauranta gittik. Bora kendince hızlı bir gün yaşıyordu, o nedenle yemek yemek istemedi, epeyce mızmızlandı :) Ben üzülmeye başlayınca, Mehmet Bora'yı alıp biraz gezdirdi, bizimki nerdeyse tamamı Endonezyalı olan restaurant görevlileriyle tanışmaya başladı. Bora Bey bütün garson abi ve ablalarıyla hemen samimi oluverdi :) İyi ki de oldu, tatilimizin sonuna kadar bana öyle yardımcı oldular ki...


Bora gemide kendine anneanneler, babanneler, abiler, ablalar edindi. Herkesle kendi kendine tanıştı iletişim kurdu. Kah el sallayarak, kah öpücük atarak, kah göz süzerek... :)  Aşağıdan da görebileceğiniz gibi koltukta tek başına uslu uslu oturan abileri bile elinden tutup dansa kaldırdı. Meydanı tek başına doldurup kendince çılgın danslar yaptı. (Arada biz de eşlik ettik ;) ) Müzik grubundakilerle tanışıp çeşitli müzik aletlerini ellerinden alıp denemeler yaptı ve tüm yolcuların maskotu oldu :)


Bu arada palyaço korkusu genetikmiş bunu anladım. Gemide akşam yemeklerinden sonra çocukları eğlendirmeye çalışan palyaço ne yaparsa yapsın Bora'nın yüzünü güldüremedi! Annesi gibi Bora da palyaçolardan pek hazzetmeyecek anladık! :)


Tatilimizin gemi kısmı keyifli başladı. İlk demir atacağımız limanımız Rodos'tu. Gemi yolculuğunu akşam yapıyor, sabahları yolcularını farklı bir limana uyandırıyordu. Rodos'u ve sabah göreceğimiz ilk manzarayı çok merak ediyorduk. Deniz üstündeki huzurlu ve değişik uykumuza daldık ve bir film sahnesinin içine giriyormuşuz hissi yaratan bir manzara ile güne uyandık.

Rodos'ta geçirdiğimiz günü ayrı bir postla anlatacağım.

Herkese sevgiler,

Derya

8 Ekim 2013 Salı

Bloggerlar Neredeler?

Kim bilir neredeler? "Nerde o eski bloggerlar?" demek geldi bir an içimden :)
Hu huuu herkes nerede?


7 Ekim 2013 Pazartesi

Doğum Günü Partisi Yapmalı mı?

Geçen yıl Bora'nın 1. yaşı için hem evde aile arasında hem de dışarıda arkadaşlarla kutlama yapmıştık. Ufak tefek şeyler hazırlamıştık ama yine de hazırlıklar 15 günümüzü almıştı. Öncesinde mekan arayışımızı saymazsak! Çünkü benim için mekan bulmak en zoruydu. Bir gün Forum İstanbul'da eşimle yemek yemek için Earth Cafe'ye girdiğimizde ikimiz de birbirimize bakp "Burası işte!" demiştik :) Mekanın genişliği ve rahatlığı, farklı gruplar için ayrı bölümlerinin olması ve konsepti çok hoşumuza gitmişti. Misafirlerimiz için ulaşım kolaylığı da önemliydi tabi ki... Gerçi sevgili arkadaşlarımız doğum günü partisine İstanbul'un iki ucundan da çoluk çocuk kalkıp gelmişler ve bizi çok mutlu etmişlerdi :) Arkadaşlarımdan biri (o kendini bilir) "Bu kadar çok gelen olacağını bilmiyordu. 40 kişi geldi, oldu olacak Bora'nın sünnet düğününü de aradan çıkarsaydık!" demişti :))) Neyse tam istediğim gibi, hatta daha da güzel, arkadaşlarımızla da bir araya geldiğimiz bir kutlama olmuştu dışarıda yaptığımız...
(Bora için hazırladığım doğum günü davetiyesi ve tüm detaylara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.)

Bora'nın Doğum Günü Partisi (Bölüm 1)

Bora'nın Doğum Günü Partisi (Bölüm 2)

Bu yıl doğum günü partisi yapsak mı yapmasak mı bilemedik. Yapmaya karar verirsek henüz hiçbirşey düşünmediğimiz için öncesinde hazırlık süresi, mekan seçimi (ne yazık ki Earth Cafe kapandı) epey zaman alacak. Arada bayram tatili, işlerimin yoğunluğu hazırlık için çok az zaman bırakıyor :( Bilemedim...

Ne dersiniz? Doğum günü partisi yapsak mı bu yıl?





6 Ekim 2013 Pazar

Son Günlerde Bora ve Biz...


Yaşadık...


Kutladık.



Eğlendik.


Dua ettik, dilek tuttuk, dilek defterimizi unutmadık, arkadaşlarımıza anlattık, konuştuk, yazdık çizdik, hayal ettik...



Hayal dünyasına daldık; boyu boyumuza, huyu huyumuza denk hayali arkadaşlar edindik.


Hediyeler aldık, hediyeler verdik; gülümsedik, gülümsettik...


Sevdik, çalıştık, alıştık, sonra veda ettik... Emanet ettik...


Tazelendik, dinlendik, yeniden başladık, çiçeklendik! :)


Yeni güne uyandık, Güneş'e döndük, yeniden başladık, yeni bir adım attık,"Merhaba!" dedik.


Podyuma çıktık! :) Eskisi gibi... Nasıl mı?

Okula gittik, havasını kokladık, nostalji yaptık. uzun dar patikadan kocaman bir caddeye dönüşen o meşhur yolda kah uyuyarak, kah el ele zıplayarak yürüdük.


İlk kez jean giydik, poz vermeyi öğrendik.


Seyahat planları yaptık, valizler hazırladık.


Bazen zorlansak da, bazen bunalsak da, çözümsüz kalsak da, öyle sansak da vazgeçmedik!

Çocuklar gibi kahkaha attık, çılgınlar gibi dans ettik, yorulmadan seyahat ettik, bence pek düşünmedik, anı yaşadık.

Sevdik, sevdik...