Sayfalar

21 Aralık 2013 Cumartesi

Kış Sabahı Yürüyüşlerimiz

Hep yaz olsun isterdim. Ama artık kışları da seviyorum, kışın renklerini, kışın meyve-sebzelerini, kokusunu, soğuğunu, telaşını... Kar yağmadan önceki haftalarda haftasonları sabah yürüyüşü yapmaya başladık. Sabah gezisi desek daha doğru olabilir çünkü birimiz yürüyüp koşabilirken diğeri Bora'nın arabasını sürebiliyor ancak;) Zaten haftasonları erkenden kalkıyoruz. Bora'nın "Mehmeeet kalk kaaballltıı bapalıııım!" nidaları eşliğinde uyumak pek mümkün olmuyor zaten :)))


Çok yakınımızda bir park var (arabayla 10 dakika). Malum İstanbul'da mesafe kavramı çok farklı ;) Yazları çok kalabalık olduğu için uzun süredir gitmiyorduk ama kışın tadından yenmiyormuş! Sabahın o erken saatinde sadece spor yapmak için gelenler oluyor, sonra da çocuklarını parka getiren anne babalar...


Bora hem şehrin ortasında hem de doğanın içinde oluyor buraya geldiğinde. Hayvanları görüp tanıyor, bazılarına dokunabiliyor, bazılarını besliyor... Ağaçları, yere düşen yaprağı, taşı, böceği, suyu yakından görüyor; yaşıyor yaşayabildiği kadar. Bora 1 yaşından beri tabiri caizse şakır şakır konuşuyor, görenleri, tanıyan tanımayan herkesi şaşırtıyor kurduğu cümleler, konuşma hızı ve bildiği kelimeler tabi ki... Birçok hayvanın ismini epeydir biliyor ve tanıyor. Daha 1 yaşında tvde, kitaplarda gördüğünde "baykuş"u tanır, kediyle köpeği daha bebecikken ayırırdı. Zürafa deriz "Zürafaaa" der, hipopatam deriz daha ilk duyduğunda "İpopataaam" der... Hiç korkmadan 1,5 yaşındayken İzmir'de ata bindi. Taşköprü'de inekleri, minik bir buzağıyı, kuzuları yakından gördü. Kocaman köpeklere hiç korkmadan dokunur, sever... (Tabi bizim gözetimimizde;) ) Bu beni çok mutlu ediyor. Çocukların duygusal zeka gelişiminde anne-babası dışındaki diğer insanlarla, çocuklarla ve hepsinden farklı olarak hayvanlarla kurduğu iletişim biçimi çok önemli. Dünyayı bir bütün olarak algılaması, doğayı, hayatı sevmesi, hayal dünyasının zenginleşmesi için hayvanları sevmesi, korkmaması gerekiyor.




 Ben  hayvanat bahçelerini hiç sevmem. Çocukken beni götürürlerdi çokça ama mutlu etmezdi hatırlıyorum.  Hayvanların kafesler, parmaklıklar arkasında, küçücük alanlarda müzede sergilenen birer eşyalarmış gibi sergilenmesinden hoşlanmıyorum. Görmeye kalbim dayanmıyor... O nedenle çok çok büyük alanlarda korunarak yaşatılan hayvanları görmeye gidebiliyorum ancak. Ben çocukken İstanbul'da fil, zürafa, ayı , çeşit çeşit kuşlar, maymunlar gördüm ama Bora göremeyecek muhtemelen. Çünkü varsa bile götürmeyeceğiz. Eğer çok iyi bakılan ve gerçekten harika doğal bir ortamda yaşatıldıklarını bildiğim biryer olursa o başka... Ben Bora'yı Güney Afrika'ya götürmek istiyorum mesela bazı vahşi hayvanları yakından görmesi için. Şimdiden dilek defterine yazmak gerek ve para biriktirmeye başlamak ;)


x


Haftasonu geldiğinde hep birlikte erkenden kahvaltımızı yapıp hazırlanmaya başladığımızda Bora oyuncaklarını bırakıp çıkmak istemezse ona ördekleri hatırlatıyoruz. "Ördeklere gitcek mi anne, ördeklere gitcek miiiii?" diye ardı ardına soru soran Bora'yı giydirip çıkıyoruz. Ördeklere bayılıyor bizim minik ördek! :)










Bana özel poz verdiler :)



Dünyaya gözlerini açalı çok olmamış olan şu sevimli, miskin taya bayıldık!





Kaydıraktan kaydırağa koşturan Bora...


Eve dönmek istemeyen Bora...



Herkese sevgiler,

Derya

11 Aralık 2013 Çarşamba

Bora ile Sırbistan Gezisi - 1

Dışarıda lapa lapa kar yağarken sonbahar görüntüleri içeren bir gezi postu nasıl gider sizce? Bu Ekim ayında Bora ile 5 günlüğüne Sırbistan'a gittik. Bizi Sırbistan'a alıp götüren sadece bir akşam Belgrad'la ilgili gelen bir e-mail oldu.  Uçak biletlerimizi alıp, otel rezervasyonumuzu yaptırdıktan sonra Sırbistan'da nerelere gidilir, ne yenir, ne içilir araştırması yaptık hızlıca. Unutmadan söyleyeyim, Sırbistan Türkler'den vize istemiyor. Birçok kişinin görüşünün aksine Sırplar'ın çok sıcak ve yardımsever insanlar olduğunu gördük tüm gezimiz boyunca ya da bize onlar denk geldi ;)


Otelimiz Sırbistan'ın en büyük şehri ve başkenti olan Belgrad'ın merkezindeydi. Tüm ülkenin nüfusu 7,5 milyon civarında bu nüfusun 1,5 milyon kadarı Belgrad'ta yaşıyor. Şehrin orjinal ismi Beograd "Beyaz Şehir" anlamına geliyor. İlk gün otelimize yerleştikten sonra yemek yemek ve şehir merkezini, gezilecek yerleri hızlıca keşfetmek için dışarı çıktık. Knez Mihailova Caddesi Belgrad'ın en kalabalık ve ünlü caddesi. Kimileri bizdeki İstiklal Caddesi'ne benzetiyor olsa da tam da İstiklal Caddesi gibi değil bence. Birçok tarihi yapının bulunduğu caddede, mağazalar, alışveriş merkezleri, caddeye masalarını çıkarmış cafe ve restaurantlar bulunuyor. Biz de biraz gezdikten sonra yemek için Knez Mihailova'nın başındaki restaurantlardan birine oturduk. Biliyorsunuz Bora her zaman gezmeyi sever ve çok uyumlu bir bebek-çocuktur :)  Ama o akşam babasıyla birazcık inatlaştı :) Aşağıdaki bakışmalardan anlayabilirsiniz ;)



Yemektan sonra caddede ve Belgrad'ın ara sokaklarında biraz gezindik. Mağazalarda fiyat araştırması yaptık ;) Gördük ki mağazaları Türk müşteriler istila etmiş! Birbirlerine "Ayy o ne güzel bir kazakmış! Şunun büyük bedeni yok mudur acaba?" diye soran alışveriş meraklısı Türk kadınlarını görünce sıkıldım ve mağaza gezimi sonlandırdım ;)

Ertesi gün Nikola Tesla Müzesi'ne gitmek için yola çıktık. Yolda torununu bebek arabasıyla gezdiren bir amca ile tanışıp sohbet ede ede müzeye doğru yürüdük. Amca bize hayatını, eşini, kızını, Türkiye'yle ilgili tüm bilgisini aktarıp bize müzenin yolunu da tarif edip yanımızdan ayrıldı. Biz Mehmet'le her taşın, böceğin yanında fotoğraf çeke çeke ilerlerken bir sonraki köşebaşından amca bebek arabasıyla önümüze tekrar çıkıverdi! "Dayanamadım, nasılsa torunumu gezdirmektan başka işim yok. Ben sizi müzenin kapısına kadar götüreyim diyerek geldim."dedi, bu sıcaklığıyla bizi şaşırttı ve mutlu etti :) Ki müze öyle bulunamayacak kadar zor biryerde de değildi, sanırım amca bizimle muhabbet etmeyi sevdi :)
Bu arada Belgrad'ta İngilizce bilen çok insan yokmuş gibi geldi, her birşey sormak istediğiniz insan İngilizce bilmeyebiliyor...Bazı yerlerde garsonlar bile...Aklınızda olsun ;)




Belgrad'ta binaların büyük bölümü mimari olarak çok hoş dizayn edilmiş. Ancak birçok bina da eski ve bakımsız. Belgrad'ta gezerken ekonomik olarak çok güçlü bir ülkede olmadığınızı hissediyorsunuz. Tüm gezimiz boyunca anladık ki Sırplar'ın kendilerine has ve bize güzel gelen bir mutfak kültürleri yok. En azından damağımıza hitap etmiyor. Her köşe başında pizzacılar var. Akşamları insanlar iş çıkışında ayak üstü pizza dilimleri alıp kokteyl masası veya bar masası şeklinde kaldırımlara kurulmuş cafe standlarında pizzalarını iştahla yiyorlar. Bir de her köşe başında mis gibi kokular eşliğinde şirin sarı büfeler içinde mısır patlatan Sırp güzeli kızlar var :) Yemek yemek için hep şık, güzel restaurant veya cafe arayışımız oldu. Bir akşam Vapiano'da, diğer akşamlar Kelvin Cafe'de, bir gün de Sava Nehri kıyısında bir restaurantta yemek yedik. Kelvin Cafe'yi özellikle çok sevdik, harika müzikleri ve harika pizzaları vardı! Latte'si ve tiramususu da çok güzeldi... Keyifle ve rahatça oturulabilecek bir cafe...


Emziğinden vazgeçemeyen Boracan ve babası


Derya'nın vazgeçemediği pizzalar :)



Nikola Tesla Müzesi'ne dönecek olursak : Nikola Tesla Sırp asıllı Amerika'lı fizikçi ve mucit. Sırbistan'ın haklı olarak gurur duyduğu önemli bir bilim adamı. Tesadüfen eşim geçen sene Nikola Tesla'ın hayatını okumuştu, müzeyi gezerken o bizi aydınlatmasa birçok şeyi anlayamazdım :) Nikola Tesla döneminde Edison'un en büyük rakibiymiş. Elektriğin kablosuz taşınabilmesi ile ilgili bir buluşu ve sayısız deneyi olmuş. Floresan lambayı, neon ışıklarını, hız-ölçeri, otomobillerdeki ateşleme sistemini, radarın temellerini, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını Tesla bulmuş. Aslında insanlık için ne çok şey yapmış değil mi?

Müze'de her saat başı Tesla'nın hayatıyla ilgili sunum yapılıyor, turist grubunun toparlanmasının ardından İngilizce sunum ve deneyler başlıyor. Tabi ki ben de deneye katıldım! Hiç geri kalır mıyım? :) İnsan vücudundaki elektirik ile floresan lambaları çalıştıran bir mekanizma içinde deneye katıldım. Bir de ne olduğunu sonradan unuttuğum ve beni biraz korkutan başka bir deneye! :)

En küçük müze ziyaretçisi Bora Nikola Tesla Müzesi'nde Tesla'nın hayatının sunumunu dinliyor, hem de İngilizce!


Deneye katılan ben :) Elimin acısından çığlık atınca herkesi böyle güldürdüm :)






Bora'nın hayran bakışları


Bora kendine pizza boyuyor


Özellikle Kalemegdan, Tuna ve Sava Nehri kıyılarındaki gezilerimizi bir sonraki postta anlatacağım.

Herkese sevgiler,

Derya



Mülakattayız

İlginç mülakat anıları, deneyimleri ve trend İK konuları için İnsan Kaynakları bloguma da beklerim hepinizi :)

Çok taze;)


Herkese sevgiler...

Derya


8 Aralık 2013 Pazar

Bora ile Trafikte Yarım Saat Nasıl Geçer?


Anne   :Oğlum sen beni seviyor musun?
Bora    :Kok seviyomm
Anne   :Ne kadar seviyorsun?
Bora    : Bütüüün seviyoyummm (Kollarını iki yana kocaman açarak...ve kafasını sallayarak)
Hep hep seviyomm!

*****
Bora  : Süysene baa-baaa süyseneee!.. (Otopark çıkışında 10 dakikadan fazla ilerleyemeden beklediğimizde)
Bora  : Aaaa ayabaa gitti baba aaaa!

*****
Baba : (Yoğun trafikte) Korna çalınca noluyo, artist?!
Bora  : (Çığlık çığlığa) Artist demeee, artist demeee!

Trafikte bir süre daha gittikten sonra:

Bora  : Sen geç abiii! Geeeeç! Bi daha gelmeee! ( Sesini incelterek, yükselterek trafikteki diğer araçlara... Şoför beyler kusura bakmasın lütfen;) )
Bora  : O kyamvay mı anne o kyamvay mı?
O gamuon mu anne o gamuon mu?
O gamuon mu anne, dekerleği var mı?
Bi daha gamuon gelcek mi?
Okobüs mü o okobüs mü? Okobüs gidiyo mu, okobüs gidiyo muuuu? ( Burada çıldırıyor!Sesi yükseliyor!)
Bi daha okobüs gelcek mi bi daha gelcek miiiiiiiaaaaaaaaa?
Baba  : Bağırma oğlun, bağırınca otobüs gelmez.
Bora   : Gelmez mi baba?
Baba  : Gelmez oğlum, küser...
Bora  : Okobüs küsmeeeezzz! 
Bora  : Aaaa kyamvaay aaaa kyamvayyyy... Kvamvay geçcek mi bi daha? ( hırsından çılgınca bağırır)
Baba : Gelmicekmiş oğlum, Kadir Topbaş tramvayları kaldırıyormuş. Twitterdan açıklamış, tekrar aday oluyormuş.
Bora  : Kyamvaya bincek miyiz baba? Evin önünden mi binicez?
O makine mi baba ma-kiii-neee mi? (Bkz. dozer) 
Ben makine gördüm toppak atıyodu baaa-baaaa, toppak atıyoduuuuu!
Sessiz kaldıktan bir süre sonra :
Duruuuun, kapıyı açın inicem beeeen, oynıcaaaam burdaaaa ( Çılgınca bağırmalar... akşam akşam otoban kenarında alışveriş merkezinin ışıltılı yılbaşı süslerini görünce!..)


4 Aralık 2013 Çarşamba

Hayat

TV'de Okan Bayülgen'i görüp "O Ömer Dede mi o? (bkz. benim dedem hem de)" diye soran bir oğlum var...Hey gidi Okan Bayülgen heyy, çok mu yaşlandın, biz de yaşlanıyor muyuz ne?

3 Aralık 2013 Salı

Bora ile Yeni Diyaloglar

Çamaşır asıyoruz. Bora, sepetteki çamaşırları bana uzatmak için geldi hevesli hevesli. İlk çamaşıra dokunur dokunmaz sordu şaşkınlıkla:

Bora :  Anneee, bu çamaşırlar cok mu terlemiş?

:)

****

Bora istemeye istemeye yatağa gitti. Önce biraz mızmızlandı, az sonra uyur dedim ama mızmızlanması uzun sürdü. Peşine "Anneciiiiiim, sen de gelseneeee, sen de gelseneee!" diye yalvarmaları eklenince dayanamayıp yattım yanına, sarıldık. Birkaç dakika sonra :

Bora : Anne, sen mutfağı toplasana...
Anne : Emredersin oğlum!

****
İşten gelen babayı sevinçle karşılayan Bora, babasının geçen kıştan beri ilk kez giydiği farklı ayakkabılarını görünce :

Bora : Babacıııım, senin ayakkabıların cok mu güzeel, cok mu güzel onlar?
Baba : Benimkiler mi, güzel mi oğlum?
Bora : (Kendi ayağındaki ev patiklerini göstererek) Bunları beğenmiyorum baba, beğenmiyoruuuuuum. Onları giyiceeeem!..

Uçağını tamir eden Bora
06.11.2013