Sayfalar

5 Ağustos 2012 Pazar

Dünyada Cenneti Görmeyi Hayal Edenler

“Dünyada cenneti görmeyi hayal edenler, mutlaka Dubrovnik’e gitmeli” demiş Nobel ödüllü tiyatro yazarı George Bernard Shaw. Dünyanın heryerinden gezginlerin koşa koşa gittikleri birçok soğuk Avrupa ülkesiyle kıyaslanamayacak güzellikte, tarihin doğayla iç içe olduğu, yaşıyor olmaktan mutlu oldukları her hallerinden belli insanlarla dolu bir şehir burası.
Akdeniz iklimine sahip, bizim son derece romantik bulduğumuz bu şehir size hiç yabancı gelmeyecek.Türkiye'nin kalabalık beş yıldızlı,herşey dahil konseptindeki otellerle dahi kıyaslandığında kalite ve hizmet konusunda onlardan hiç de aşağı kalmayan otelimize ulaştığımızda oranın da telaşlı turist kalabalığından uzak, hem dolu hem sakin havası romantik bir tatilin bizi beklediğini hissettirdi. 
Otelimiz Valamar Lacroma Dubrovnik  Babin Kuk kıyısında harika bir manzaraya sahip konumdaydı. Zaten bütün gün gezeceğimiz için otelde az vakit geçirecektik ama otelimizi gördükten sonra dinlenirken de manzaranın tadını çıkaracak olmak ve otelin güzel plajından Adriyatik'in sularına atlamak harika olacaktı! Sabırsızlandık hem de çok! Ama öncesinde rehberimiz eşliğinde yapacağımız şehir turu bizi bekliyordu.
Boşuna "Adriyatik'in incisi" dememişler.Yıllarca savaşlara direnip UNESCO tarafından restore edilen tarihi yapıları ile yeniden turizm merkezi haline gelen Hırvatistan'ın güneyinde bulunan bu yarımada, insanın içinde kaybolmak isteyeceği berraklıkta sularla çevrili.
Burayı hazır Boramız'ı (Bora Bebek) o da güzel bir Batı Karadeniz (Bkz.Kastamonu-Sinop) havası alsın diye 4 günlüğüne anneanneye emanet etmişken hem kültür hem deniz-güneş tatili yapmak için özellikle seçtik.Malum zamanımız çok değerli! Uzun süreli, şöyle doya doya gezeceğimiz Bora ile gidilecek yerler listesini şimdiden oluşturmaya başladık.Sevgili oğlumuzun üst üste geçirdiği zatürre ve bronşiolit hastalıkları malesef bizi onunla uzaklara gitmeye korkutur oldu! Büyüdükçe, onun koca bir erkek olduğunu gördükçe Bora'lı gezmeler konusunda hayal gücümüz de gelişiyor :)
Evet, ne diyordum? Çilekeş rehberimiz bizi Old Town gezisi için kale kapısında beklemekten ağaç olmadan önce tüm grup hazır olmalıydık. Grubumuzun çoğunluğunu yeni evli olduklarını tahmin ettiğimiz genç çiftler oluşturuyordu.Kendimizin de (3 yıllık evli ve henüz 29 yaşında olduğumuz için genç s sayıyorum!) dahil olduğu bu aktif-dinamik grup içinde bizlerden daha fazla kanı kaynayan bir grup daha vardı! Dört kişilik bir "Altın Kızlar" grubu! Ah neden onlarla bir fotoğraf çekinmedik ki? Şimdi burda sizlerle ne güzel paylaşırdım. (Tabi önce izinlerini almak kaydıyla...) Ortalama yaşlarının 45-50 civarında olduğunu tahmin ettiğimiz ve gerçekten çok sevdiğimiz sevgili Altın Kızlar, ablalarımız bizim neşemize neşe kattılar. Nasıl mı?
Rehberimiz heyecanlı grubumuza gezi öncesi bilgi verirken birden küçük bir çığlık yükseliyor :
"İbrahim Beey, İbrahim Beey! Telefonum çekmiyoor!" (Seslenen Altın Kızlar'dan biri...)
"Telefonlarınızı Türkiye'deyken yurtdışı aramalara açtırmadıysanız telefonunuz çekmeyecektir."
"Aaaa nolcak şimdiiii?"
"Dilerseniz burdan da telefonunuzu açtırmak için operatörünüze faks-email yoluyla başvurabilirsiniz."
Gözlerini kocaman açarak :
"Faks yok, internet yok.Nolcaaak şimdi?"
Bütün grup kıkırdıyor, kaideli kaideli "Nool-caak şim-diiii?" taklitleriyle ilk günkü gezimize başlıyoruz.
*****
Rehberimiz yine anlatıyor :
"Tarihi Şehir gezisi sonrası öğle yemeği için serbest zaman...Ardından tur otobüsümüzle otele dönmek istemeyen misafirlerimiz karşıda gördüğünüz, tabelasında "Babin Kuk" yazan otobüslerle otele geçebilirler.Bunun için sol tarafta gördüğünüz şu kulubelerden otobüs bileti almanız gerekir."
Altın Kızlar soruyor :
"Ne diyerek alacağız, ne diyerek alacağız?"
"Iıııı şey, bilet diyerek alacağız."
"Direkt "Bilet" diyeceğiz yani???"
"Eee tam olarak "Ticket" dememiz gerekir..."
Neyse, Altın Kızlar'a daha sonra tekrar geçiş yaparım. Şimdi kentten bahsetmeye devam ediyorum.Bir üst fotoğrafta şehir surlarına doğru ilerleyen sevgili eşimin başının hizasında, kale kapısının hemen üzerinde şehrin heryerinde gezinirken sizi yukarlardan izlediğini farkedeceğiniz bir çift göz var. Aziz Blaise (Sebasteli Vlas)'e ait bu heykelcikler  şehrin birçok tarihi yapısında yerini almış.4. yüzyılda yaşamış ruhani bir lider ve doktor olan Aziz Blaise (Aziz Vlao da deniyor.) rivayete göre balık kılçığı yüzünden boğulmak üzere olan bir çocuğun hayatını kurtarmış.Böylece tüm hastaların, özellikle boğaz ağrısı çekenlerin koruyucu azizi haline gelmiş.Ölümünden dört yüzyıl sonra bir katedral sahibi rüyasında Aziz Blaise'ı görmüş.Bir Venedik kanyonunun Lokrum Adası'na demirlediğini,su varilleri alıyormuş gibi yaparak saldırıya hazırlandıklarını söylemiş.Bu ilginç rüya üzerine rahip hemen yetkilileri uyararak şehrin kurtarılmasını sağlamış.O tarihten itibaren resmi olarak Aziz Blaise Dubrovnik'in koruyucu azizi ilan edilmiş.
Yukarıdaki fotoğraf sur kapısından girer girmez hemen sol tarafta görebileceğiniz Aziz Francis Manastırı'na ait.Bu manastır Avrupa'nın aralıksız olarak faaliyet gösteren en eski eczanesini de bünyesinde barındırıyor.Sağda gördüğünüz fotoğraf müzeleştirilen ve 1317'de yapılmış olan bu eczanenin kapısına ait.Buranın tam karşısında Muhteşem Onofiro'nun Büyük Çeşmesi bulunuyor. 
Buranın en büyük caddesi olan Stradun Caddesi'nde yürümeye devam ediyoruz.Cadde boyunca sıralanan birbirleriyle uyumlu taş yapıların giriş katlarında çeşitli dükkanlar, bazıları sokağa taşmış cıvıl cıvıl cafeler var.Stradun'un sonundan Loggia Meydanı'na doğru geçerken bizi önce yukarıdaki fotoğraflardan görebileceğiniz saat kulesi karşılıyor.Rehberimiz sarı kürenin ayın o anki durumunu gösterdiğini söylüyor Roma rakamlarından yapılmış bu saat için.
Daha sonra Belediye Binası ve rektörler Sarayı'na doğru yol alıyoruz. O dönemin en yetkili kişisi Rektör imiş.Bir nevi Cumhurbaşkanı diyebiliriz. Görevi süresinde sarayda kalıyor ve bu dönem boyunca sadece işleriyle ilgilenmek amacıyla kimseyle görüşmüyor.Ailesi dahil! Aynı kişinin yeniden göreve gelmesi için aradan mutlaka en az 2 yıl geçmesi gerekiyor. Böylelikle daha fazla kişi Rektörlük görevinde bulunma şansı yakalıyor. Burda amaç insanların hırslarını biraz olsun törpülemekmiş. Tabi herkesin değil, büyük oynayanların :) 
Buradan Liman'a geçiyoruz. Denize dalmak için sabırsızlandığımız her halimizden belli, kıpır kıpırız, yerimizde duramıyoruz. Hava o kadar sıcak ki rehberimizi dinlemekte zorluk çekiyoruz bazen.Allah'tan İstanbul'unki gibi nemli bir havası yok, sadece yakıyor, bunaltmıyor :)(Bu da Pollyannacı kişiliğimden bir örnek...) Rehberimiz anlatadursun ben her taşın-böceğin yanında fotoğraf çektirme arzusuyla eşime şirin pozlar vermeye çalışıyorum :) Liman ziyaretinden sonra hepimize serbest zaman! İşte özgürüz! Yuppppiiiii! Benim gibi plan programdan (bazı şeyler hariç) hoşlanmayan biri için gruba dahil olmak, başkalarıyla hareket etmek, koşup biryerlere gitmemeye çalışmak oldukça zordu!
İlk olarak karşımıza çıkıveren bu şirin pazar yerini ziyaret ediyoruz. Pazarcının biriyle sohbet edip öğle yemeği için bize hangi restaurantları önerebileceğini soruyoruz.Burdaki insanlar gerçekten turistseverler! Herkes güleryüzlü ve yardımsever. Birşey almayacağımızı anlasalar bile bizimle sohbet edip sorularımıza sabırla cevap veriyorlar.Bize tavsiye edilen restaurant'ı bulmak için Dubrovnik'in dar, loş ara sokaklarında yürümeye devam ediyoruz.Ee tabi diğer restaurantları da incelemeden edemiyoruz yürürken :)
Yukarıdaki fotoğraf eşimin çalıştığı şirketin projesini yapmış olduğu oranın en güzel butik otellerinden birine ait. Gitmişken eşim şöyle alıcı bir gözle bakıp incelemeden edemedi :)İçini gezmedik ama The Pucic Palace dışardan da gerçekten güzel görünüyor.
Vee nihayet öğle yemeği molası...Marco Polo küçücük sokak arasında kurulmuş bir restaurant. Çok sevimli bir şef garsonu ve yine sevimli, konuşkan diğer garsonlarıyla bize iyi vakit geçirttiler.Hırvatlar ana yemekten önce peynir servis etmeyi severlermiş. Bu da oranın geleneği işte... Her çeşit peyniri çok seven ve iştahla yiyebilen ben bu duruma çok sevindim tabi ki!!!
Yemek sonrası gezimize devam ederken Roma dondurmacılarına rastladık. Buna da dondurmaya bayılan sevgili eşim çok sevindi! O dondurmasını yiyedursun ben de birbirinden güzel şeyler satan dükkanların vitrinlerini incelemeye koyuluyorum. Ve "Buraya daha önce niye gelmedik?" diye geçiriyorum içimden.

6 yorum:

  1. Kardeşim imrendim vallahi ben daha ülkemde hiçbir yeri göremedim inşallah Rabbim sağlık verirse emeklilikten sonra:)))Harika yerlermiş sizinle gezmiş kadar oldum öpüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Derya Ablacım siz de emeklilikten sonra doya doya gezersiniz umarım :) Bizim de pek gezdiğimiz söylenemez, gittiğimiz tek tük bazı yerleri unutmamak için yazıyorum işte :)
      Ben de kocaman öptüm ablacığım :)

      Sil
  2. Ne güzel anltıyorsun gerçekten. Derya'nın da dediği gibi imreniyor insan.Çok merak ettiğim yerlerden biri.Eğer gidersek kendime rehber olarak bu yazıyı alacağım.Sıkıcı kalın kitaplardan bin kat iyi:)Paylaşım için teşekkürler Deryacığım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım benim beğenmene çok sevindim. Biz burayı çok sevdik! Tekrar gidebiliriz...Bakarsın karşılaşırız :)

      Sil
  3. olmadı bu ya çok gözüm kaldı:))bloğumda ''SANAL İFTAR''yapıyorum bu özel davetimde sizide görmekten gurur duyar postlarınızı merak ile bekliyoruz çörekotum.blogspot

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım canııııım ben geldim sein harika davetine! Oğlum Bora Bebek ile hem de :)

      Sil

Yorumlarınızı çok seviyorum :)